13 Temmuz 2007 Cuma

TEK PARTILI YILLARDA ISTANBUL


İstanbul Cumhuriyet’i kan kaybetmekte olan bir şehir olarak karşıladı. Yüzyılın başlarında 850.000 civarında olan nüfus, 1927 sayımlarında 700.000 ‘ e kadar düştü. İstanbul’un kimliğini oluşturan nüfusunun kompozisyonu da değişti.

İstanbul, Cumhuriyet ile birlikte imparatorluk başkenti olma özelliğini kaybedecektir. Üç büyük imparatorluğun başkenti, artık bir ulus devletin sadece en büyük kenti olarak varlığını sürdürecektir. Yine Cumhuriyet ile İstanbul, İslam dünyasının hilafet merkezi olmaktan da çıkmıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıylada tarihin en zengin mistik alanları İstanbul’lunun günlük hayatında çekilmiştir. Bütün bu olanlar yüzlerce yılın oluşturduğu İstanbul ve İstanbul’lu kimliklerini yok edecektir. Öncelikle bu tarih şehri olan İstanbul, tarihinden, tarihinin taşıdığı zenginliklerden (kültürel, dini, sosyal, mimari, folklorik.....) koparılmıştır.

Bu yandan batılılaşmaya, öte yandan imparatorluğa ait her türlü sembol ve kurumdan kurtularak ulus devlet olmaya çalışan genç devlet bu yıllarda bütün enerjisini kültürel, politik, ekonomik, mimari, ideolojik vs. her anlamda Ankara’ yı kurmaya kullandı. İstanbul ciddi biçimde ihmal edildi. O kadar ki bir dönem İstanbul’a ayrıca bir belediye başkanına bile gerek görülmedi. O esnada dünyanın sayılı şehirlerinden biri olmayı sürdüren İstanbul’un belediye başkanlığı valini ikinci işi oldu. Şehre ilişkin bütün kararlar Ankara merkezli ve Ankara gözüyle, masa başında alındı. İstanbul, ikibin yılı aşan kent tarihinde ilk kez dışarıdan yönetilmeye başlandı. İktisadi ve ticari merkez olmayı sürdüren şehire bu dönemde, ürettiğinden çok daha az kaynak ayrıldı.

Bu dönemde şehricilik adına hiçbirşey yapılmadı. Sadece genç devletin ideolojisini yansıtan değişiklikler gerçekleşti; Sokak adlarının değiştirilmesi, Osmanlı Hanedanına ve İmparatorluk kurumlarına ait binaların yeni fonksiyonlar için kullanılmaya başlanması, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi, imparatorluk kurumlarının yeni isim ve düzenlemelerle açılması gibi daha çok sembolik anlamlar taşıyan uygulamalar yapıldı.

MENDERES DONEMI

Cumhuriyet döneminde İstanbul ‘un imarına ilişkin ilk uygulamalar Adnan Menderes döneminde oldu. Bir yandan 1950 sonrasında başlayan sosyal hareketlilik ve bunun neticesi olan göç patlaması, diğer taraftan DP yöneticilerinin zihinlerindeki modern kent imajı İstanbul’da yoğun imar çalışmalarına yol açtı. Tarihi kent dokusunu yok edilmesi pahasına açılan yollar kentin çehresini oldukça değiştirdi.


1950 -1960 arasında birçok büyük yol açıldı ve varolanlar genişletildi. Bunların başlıcaları Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Beyazıt-Aksaray arasındaki Ordu Caddesi, Şehzadebaşı-Edirnekapı arasındaki yol; Sirkeci-Florya arasında sahil yolu, Eminönü- Unkapanı yolu, Karaköy-Azapkapı yolu, Karaköy-Dolmabahçe yolunun genişletilmesi, Kemeraltı Caddesi ve Barbaros Bulvarı’dır.

Bu yollar açılırken binlerce bina yıkıldı. Bu imar faaliyetlerinden Murad Paşa Hamamı, Simkeşhane, Hasan Paşa Hanı, Bayezid Hamamı, Fatih Külliyesinin Akdeniz Medreseleri, Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi ve Sıbyan Mektebi gibi birçok tarihi eserde zarar gördü. Birçok eser ya yer değiştirdi , yada yok edildi. Yine bu dönemde Belediye Sarayı, Hilton Oteli ve Divan Oteli gibi kentin mimari anlayışındaki değişimi yansıtan büyük binalar yapıldı.

Menderes’in uygulamaları sonucu İstanbul ulaşım açısından uzun yıllar son derece rahat bir şehir oldu.

Menderes Döneminde İstanbul sadece yeni yollar ve yeni binalarla tanışmakla kalmadı.Daha önce kuzeyden ve batıdan göç eden unsurlarla taşınan şehir, gerçek anlamda Anadolu ile bu yıllarla tanıştı. Şehir yoğun göç almaya başladı. 1950’li yıllar zaten oldukça zayıflayan İstanbul’lu kimliğinin ve İstanbul’un geçmişten kalabilen alışkanlıklarının hepten yok olduğu yıllar oldu.

70’LERDEN BUGUNE ISTANBUL

1950-1960 yılları arasında, Demokrat Parti’nin başlattığı imar çalışmalarından sonra, 1970’li yıllara kadar İstanbul şehircilik anlamında fazla bir şehircilik yaşamadı.

70’li yıllarda eski hızı ile olmasa da imar faaliyetleri canlandı. 1973 yılında Boğaziçi Köprüsü açıldı. Çevre yollarıyla birlikte Boğaziçi Köprüsü yeni yerleşim birimlerinin doğmasına ve metropoli kuşatan çevrede yeni rant alanlarının oluşmasına yol açtı.

İlki çapında olmasa bile, 1980’li yıllardan sonra ikinci bir imar faaliyeti başlatıldı. Haliç çevresinin sanayi kuruluşlarında temizlenmesi, 1988 yılında Boğaz üzerindeki ikinci köprü olan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün açılması, Tarlabaşı Bulvarı, Boğaz’ın Avrupa yakasındaki kazıklı yol, Kadıköy-Bostancı arasındaki kıyının doldurularak yol yapılması, hızlı tramvay, Taksim-Levent arasındaki metro projesi bu faaliyetlerinin önemlilerindendir.


Yine bu yıllarda İstanbul’a göç artarak sürdü. Kent çepeçevre gecekondularla ve bunlarla benzerlikler taşıyan ucuz kooperatif konutlarıyla sarıldı.

1980’li yıllar sanayi kuruluşlarının şehir dışına taşımaya başladığı yıllardır.Halen Tem otoyolunun Avrupa yakasındaki bölümü sağlı sollu sanayi siteleriyle çevrilmiş durumdadır.

Yine son yıllarda basın kuruluşları da şehrin merkezini terketmişler, İkitelli civarında inşa ettirdikleri modren gökdelenlere taşınmışlardır.

Çöp, su, gecekondu, ulaşım gibi bir sorunla boğuşan kentte, son yıllarda hava kirliliğide aşırı boyutlara ulaşmıştır. Ama 1994’te işbaşına gelen yeni belediye yönetiminin döneminde, doğalgaz şebekesinin hızla yaygınlaştırılması ve kalitesiz kömür kullanımı üzerindeki titiz kontroller sayesinde İstanbul’lular son kışı hava kirliliği açısından oldukça rahat geçirmişlerdir. Ayrıca şehre su sağlayacak yeni imkanların devreye sokulması ile su arıtma ve dağıtım şebekelerindeki yeni yatırımlar neticesinde, kentin en çileli sıkıntılarında olan su problemi de büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.

Son yıllardaki İstanbul açısından en önemli olay ise hiç şüphesiz HABİTAT II Kent Zirvesi’nin şehrimizde yapılmasıdır.

Hiç yorum yok: